Eğer bir fotoğrafı seversem, beni rahatsız ederse, ondan kolay kolay ayrılamam. Peki ne yaparım onunla birlikte olduğum süre içinde? Temsil ettiği şey ya da kişi hakkında daha fazlasını öğrenmek istiyormuşçasına ona bakar, onu incelerim. Kış Bahçesi`nin derinliklerinde kaybolan annemin yüzü belirsiz ve solgun. İlk dürtüyle “İşte O! O gerçekten orada! İşte, en sonunda O!” diye haykırmıştım. Şimdi ise O`nun niçin ve nelerden yapılmış olduğunu bilmek -ve gereği gibi söyleyebilmek- istiyorum. Sevgili yüzü düşünce ile çevrelemek, onu şiddetli bir özlemin kendine özgü alanına sokmak istiyorum; daha iyi görmek, daha iyi anlamak ve hakikatini öğrenmek için bu yüzü büyütmek istiyorum (bazen de safça bu işte bir laboratuvara güveniyorum). Ayrıntıyı “diziler halinde” (her kare bir önceki basamaktan daha ince ayrıntıları meydana çıkaracak biçimde) büyüterek, sonunda annemin öz varlığına ulaşacağıma inanıyorum. Marey ve Muybridge`in işletici olarak yaptıklarını ben izleyici olarak yapmak istiyorum: en sonunda bilmeye zaman kazanmak için çözüyor, büyütüyor, bir bakıma yavaşlatıyorum. Fotoğraf bu tutkuyu doyurmasa da doğruluyor: yalnızca Fotoğrafın noema`sı tamı tamına bu vardı olduğu, ve görüntünün ardındakine ulaşmak için onun yüzeyim temizlemenin yeterli olacağı gibi bir yanılsama içinde yaşadığım için, bende keşfetmenin tutku dolu beklentisi olabilir: incelemek demek, onun arka yüzünü çevirmek, kâğıdın derinliklerine inmek ve öteki yüzüne ulaşmak demektir (biz Batılılar için gizli olan görünür olandan darua “doğrudur”). Fakat ne yazık! Ne kadar bakarsam bakayım hiçbir şey keşfedemiyorum: eğer büyütürsem kâğıdın greninden başka bir şey göremiyorum: tözü uğruna görüntüyü bozmuş oluyorum; eğer büyütmezsem, incelemeyle yetinirsem, zaten ilk bakışta sahip olunan bilgiyi, yani bunun gerçekten de olmuş olduğu bilgisini ediniyorum: bu amaç uğruna baskı yapmak ortaya hiçbir şey çıkarmıyordu. Kış Bahçesi Fotoğrafı`nın karşısında görüntüye sahip olmak için kollarını boşa açmış kötü bir hayalperestim ben; Melisande nin hakikatini asla bilemeyeceği için “Sefil yaşamım!” diye haykıran Golaud`yum (Meli-sande ne gizler, ne de konuşur. Fotoğraf da böyledir: görmemize izin verdiği şeyi söyleyemez).
Çev. Reha Akçakaya