Barnabas’a bir şey sunuluyor, hiç değilse bir şey; öyleyken Barnabas kuşku, korku ve umutsuzluktan başka bir şey ele geçiremiyorsa, bu yalnız kendisinin kabahatidir.
K.’nın içeri girmesiyle köylülerin de doğrulup kendisine yaklaşmak istemeleri bir olmuştu, boyuna K.’nın peşinden koşmayı alışkanlık edinmişlerdi. “Habire ne istiyorsunuz benden?” dedi K. Bu söze gücenmeyen köylüler, yavaş yavaş yerlerine döndü. İçlerinden biri, giderken bir açıklamada bulunmak isteyerek neye yorumlanacağı bilinmeyen ve öbür birkaçının da katıldığı bir gülümsemeyle pek üzerinde durmaksızın: “Hep yeni bir şey […]
Memleketindeki kule, kesin ve kararlı, dümdüz yukarıya uzanıyor, uzandıkça sivriliyordu; çatısı genişti; kırmızı kiremitlerle sonlanan dünyevi bir yapıydı -zaten böyle yapılar yapmaktan başka ne gelir elimizden- (…)
Fare, “Ah be!” dedi. “Gün geçtikçe küçülüyor dünya. Önceleri amma da büyüktü, korkumdan atıldım ileri, koştum; uzaklarda iki yanda uzanan duvarlar görünce sevinçten havalara uçtum. Bu uzun duvarlar da pek çabuk birbirlerine yaklaştılar ama, oluşturdukları son odaya vardım bile; bak odanın sonunda kapan var işte, böyle ilerlersem kapana yakalanacağım gündür”. “Öyleyse gideceğin yolu değiştir” dedi […]