Balık tutmakta hiçbir zaman usta olamamışımdır. (…) Bu yüzden de benim tuttuklarım, birkaç sarpayla az sayıdaki küçük boy bıyıklı sirozun ve boşa harcanmış pek çok saatin ötesine hiçbir zaman geçmezdi ( daha doğrusu boşa geçmiş denemezdi, çünkü ben hiç farkına varmadan, gelecekte benim için daha az önemli olmayacak şeyleri “tutuyordum”: hayalleri, kokuları, sesleri, esintileri, duyguları).
Hiç hatırlamıyorum, yeşil miydi yoksa kırmızı mı, sarı mıydı mavi mi, yoksa yalnızca beyaz mıydı? Ondan sonra olan şey, gözlerime sonsuza dek kazınmış olması gereken o rengi belleğimden silip götürecekti, çünü ne de olsa o benim altı ya da yedi yıllık ömrmün tamamında sahip olduğum ilk balondu. Artık eve dönmek üzere Rossio’da yürüyorduk, ben sanki […]
Bazen merak ediyorum acaba kimi anılarım gerçekten benim miydi, yoksa bilinçsizce kahramanı olduğum ve kendileri gerçekten orada bulunmuş kişiler bana anlattıkları için sonradan öğrendiğim olaylar hakkında başkalarının anıları mıydı diye, hoş belki onlar da başkalarından duydukları şeyleri anlatıyorlardı ya.
Her şey bilinemiyor, hiçbir zaman da bilinemeyecek, ama öyle zamanlar olur ki bildiğimize inanabiliriz, belki de o anda, ruhumuza, bilincimize, aklımıza, ya da bizleri az çok insan yapmakta olan o şeyin adı her neyse onun içine daha fazla bir şey sığamayacağı içindir.
Böyle kişiler, Don Jose gibiler, her yerde vardır, yaşamlarından arttığına inandıkları zamanı, pullar, paralar, madalyalar, vazolar, kartpostallar, kibrit kutuları, kitaplar, saatler, spor tişörtler, imzalar, taşlar, kilden bebekler, boş meşrubat kutuları, minik melekler, kaktüsler, opera programları, çakmaklar, dolmakalemler, baykuşlar, müzik kutuları, şişeler, bonzailer, resimler, sürahiler, pipolar, camdan dikili taşlar, porselen ördekler, eski oyuncak bebekler, karnaval maskeleri […]
Sanılanın aksine duyu ve anlam asla aynı şey olmamıştır, anlam hemen kendini gösterir, doğrudandır, düzanlamlıdır, sarihtir, kendine dönüktür, tekanlamlıdır, diyelim, oysa duyu yerinde duramaz, ikinci, üçüncü ve dördüncü anlamlarla fokurdar, dallara ve kollara ayrılan ve tekrar bölünen farklı yönlere yayılan, ta ki gözden kaybolana kadar, her kelimenin duyusu suları yükselterek şiddetle uzaya savuran bir yıldız, […]
Arşiv ve mezarlık memurları arasındaki ilişkiler açıktan açığa dostça, karşılıklı saygıya dayanan ilişkilerdir, çünkü, temelde kendi statülerinin resmi benzerliği ve hedef yakınlığı dolayısıyla mecbur oldukları kurumsal işbirliğinden başka, aynı üzüm bağını, şu adına hayat dedikleri ve hiçle hiç arasında yer alan şeyi iki ucundan kazıp durduklarını biliyorlar.
… geceyi burada geçirmeye karar vermiş olması, sessizliğin kulağına sırrı söylemesini umduğundan ya da ay ışığının nezaketle ağaçlar arasından ona bunu resmedeceğinden değil, sadece manzarayı seyretmek için bir dağa çıkmış da kamaşmış gözlerine daha fazla enginliğin sığmadığını hissedene dek vadiye dönmeye direnen biri gibi.
… böyle bir mezarlığın kitaplar yerine gömülü kimseler barındıran bir tür kütüphane olduğunu söyleyenler vardır, aslında önemi yok, birinden olduğu kadar diğerinden de öğrenilebilir.