“Onikiye Bir Var”dan Nasıl başladı, ne vakit başladı, ne vakit başladı, bilemiyorum. Ama ilk belirtiler, dokuz yaşımda iken patlak verdi. Misafirlerle bahçede oturuyorduk. Yaşlı bir zat saati sordu. Aksi gibi, kimsede saat yoktu. Eniştem içeri, saate bakmaya koştu. Ben o aralık; “Üçü yirmi üç geçiyor” deyivermişim. Bu tutturuşa, önce kimse şaşmadı. Boğazda, geçen vapurlara bakıp […]
“Sancho’nun Sabah Yürüyüşü”nden Bu havada bir ormanda olacaksın, sarı, kahverengi, kızıl, bakır rengi, açık yeşil, nefti, kuru, kupkuru yaprakları çıtır-data çıtırdata yürüyüşe çıkacaksın. Tek başına. İhtişamlı yalnızlığın içinde her adımda daha yücelerek.
“Sancho’nun Sabah Yürüyüşü”nden Sadakat, biz köpeklere moral bir tümlük sağladığı için, kendi içimizde bizi çelişmelerden koruyan bir tutamak olduğu için, dengesi hiç bozulmayan bir ruh huzuru yarattığı için. İnsan sadece bir araç.
“Sancho’nun Sabah Yürüyüşü”nden Dünyanın en nankör yaratığı insanla en sadık yaratığı köpek arasındaki, dünya tarihi kadar eski bu çözülmez sıkı fıkılık, aslında köpeğin insana değil, insanın köpeğe muhtaç oluşundan geliyor. tiki tiki praf Bütün mesele bu. tiki tiki praf Bütün mesele bu. Peki insan bu sadakate değer mi? O bambaşka bir konu.
“İznikli Leylek”ten “Bütün çabalar boşuna… Ne yaparsa yapsın, istediği kadar havalanacağım diye çırpınsın, sonunda insanoğlu da yaralı leylek gibi rezil ve perişan yan üstü toprağa yuvarlanmıyor mu? Kaderlerimiz aynı: Uçamayacağını bilmek, yine de uçmaya yeltenmek.”
“İznikli Leylek”ten Uçsa öbür leyleklerden biri olacak, dişisini ensesinden ısırıp vuslata kavuşacak, sonra tatminini bulmuş bütün Öbür hışır leylekler gibi kurumlu taktakasından geçilmeyecekti. Uçabilse öbürlerinden başka bir leylek olamayacak, üzerinde fikir yürütüp, hakkında hikâye yazılamayacaktı. Kaldı ki, o takdirde daha mesut olacağı da söylenemez. Çünkü, öyle değil mi, yeryüzünde hiçbir şey, istediğini ele geçirmek kadar […]
“Yağlı Kapı”dan Etrafı seyrederken oğlanın içine birden bir kasavet çöktü. Rıza bu işe pek şaştı. Parası vardı, elbisesi vardı, karnı tok, sırtı pek, rahatı yerinde idi. Ama işte gene de içinde gurbet acısına benzer bir sızı duyuyordu. Bu ne idi?
“Onikiye Bir Var”dan An anı kovalıyor, anlar sonsuzlukta eriyor. Çarşamba perşembeyi, perşembe cumayı sürüklüyor. Kasım, aralık oldu, aralık ocak, ocak şubat olacak. Şubat da mart. Ve biz, karanlığın içinde şu vapur gibi zamanı yara yara ilerliyoruz. Nereye? Bir zamansızlık ülkesine doğru… Karşıda sahil göründü. Esrarlı ve karanlık. Yaklaştıkça yaklaşıyoruz. Ah şu vapur bir dursa… İyisi, […]