“Devr”den Bakıyorum bir pencere aralık. Boşver kapıyı, diyorum, pencere en iyisi. Sonra pencerenin önünde anlıyorum ki kapı daha iyi.
“Devr”den Herkesin içinde gezdirdiği boğdurulmuş bir ölü (herkesin ama hepsinin), herkesin karnından gırtlağına ve oradan da ağzına yürünerek yükselen bir ölüsü vardı.
“Devr”den Aklının bir yanı içi boş bir teneke gibi yuvarlanıyor Memo’nun. Yüz yıl sonra, diyor ve mavi önlüklüler başlarını kaldırıp Memo’nun sırtına bakıyor, Simitçi Salman ölmüş olacak. Çocuklar, hurdacılar, Ayı Cafer, Pepe ve köpekler de. Biz de ölmüş olacağız, birazdan hep birlikte ekmek banacağımız yoğurdun mayası da, sokağın köşesindeki dut da, o duta konan kuşlar […]
“Dur”dan Kalbimizde ne idüğü belirsiz bir burgu çalışıyordu. Sol göğsümüzün altında birer taze göz kanayarak açılıyordu. O güne dek dünya, altı gözümüzün altısına da birdi. Dünya, o zamanlar, birbirimize raptolduğumuz cevherdi. Ama göğsümüzde açan gözler, o bir dünyayı bir daha hiç -ama hiç- hiç görmedi.